13 Nisan 2012 Cuma

Sünneti İnkar Fitnesi


SÜNNETİ İNKAR FİTNESİ VE SÜNNETİN TEŞRİDEKİ YERİ

A-Sünneti  Devre Dışı Bırakma Düşüncesinin Tarihçesi
Son iki yüzyıl dünyada dengelerin değiştiği , savaşların ve fikri mücadelenin tavan yaptığı bir dönemdir.Bu dönemde dünyada dengeler değişmiş,materyalizm uzantısı pek çok fikri akım dünya sahnesinde kendine yer bulabilmiştir.Bu hızlı değişimden hemen hemen etkilenmeyen ülke ve düşünce ve inanç sistemi yok gibidir.Bu değişim ya da başkalaşımın bizi ilgilendiren tarafı,İslam dünyası içerisine sokulan Sünneti hafife alma ,inkar etme düşüncesidir.
Aslında sünnet etrafında şüphe uyandırmaya yönelik girişimlerin tarihi daha eskidir.Bunu hicri 2.asra kadar(Miladi 8.yüzyıl) götürebiliriz.Sünnet hakkında ağır iddiaları ve ithamları ortaya atan  ilk akımlar, Haricilik ve Mutezililik akımları olmuştur.
Hariciliğin sert ve bir o kadar da kaba düşünce yapısının toplumda itibar kazanmamasının önündeki engel,Hz. Peygamber(s.a.v.) in sözleri yada sünneti olmuştu.Allah Resulünün kendi düşüncelerine geçit vermeyen  sözleri karşısında Hariciliğin ilk yaptığı şey,hadislerin doğruluğundan şüpheye düşürmek ve sünnetin uyulmaya layık bir esas olmadığını yaymak olmuştur.[1] Kur’an ayetlerini kendilerine siper edip meseleyi kendi düşüncelerine ait hale getirmeye çalışan bu düşünce yapısının ,daha doğrusu Kur’an’ı şahsi emellerine alet etmede beis görmeyen bir düşüncenin,sünneti doğru algılaması da zaten beklenemezdi.[2]
Mutezili düşünceyi ortaya çıkaran,Mutezilenin temel meseleleri yorumlamadaki metodu da çıkış yolu olarak sünneti devre dışı bırakma gibi bir temele dayanmıştır.Acem ve Yunan Felsefesi ile karşılaşan Müslümanların,inanç,usul ve hüküm konularında zihinlerinde şüpheler uyanmaya başlamış,meseleyi kavramakta zorlanan Mutezili düşünce salikleri,aynı zamanda meseleyi çözmek konusunda yeterli dini birikime sahip de olmamaları sebebiyle,felsefenin tüm hareket noktalarını kabul etmişler,aklı mutlak hakem yapmışlardır.Bundan sonra da İslam’ın ahkama dair kaynaklarını bu bakış açısı ile değerlendirmeye başlamışlar,ancak karşılarında yine Sünneti bulmuşlardır.Onlar da tıpkı Hariciler gibi,sünnete şüpheyle yaklaşmaya ve sünneti hüccet olarak kabul etmemeye başlamışlardır.[3]
Gerek Muhaddislerin ciddi çalışmaları,gerek Kur’an’ın bu meseleye bakış açısı,gerek sünnete farklı yaklaşanların tevillerindeki zorlamalar,gerekse Ümmetin toplumsal vicdanı,sünnete karşı yapılan bu amansız saldırının etkilerini engellemiş,en aza indirmiştir.Ancak 19.Yüzyılda aynı düşüncenin tekrara tarih sahnesine  çıkmasına engel olamamıştır.[4]
Daha önceleri Irak merkezli olan bu düşünce,19.yüzyılda Hindistan’da yeniden diriltilmeye başlanmış,Seyyid Ahmed Han tarafından canlı tutulmaya çalışılmıştır.Seyyid Ahmed han ve takipçilerine göre, Allah’ın kitabı yeterlidir.Herhangi bir şerhe ve peygamberi tefsire ihtiyacı yoktur.Hz.Peygambere Kur’an’dan başka vahiy gelmemiştir.Onun görevi sadece Kur’anı ulaştırmaktır.Ayrıca ona tabi olmaya gerek yoktur.Ona toplumsal konularda değil,sadece dini konularda uymak gerekir.Onun açıklamaları sadece kendi devrini bağlar ve sadece o dönemde amel edilir. [5] Aynı ekolün bir diğer versiyonu ise Mısırda başını Muhammed Tevfik Sıdki’nin çektiği,el-Kur’aniyyun taifesidir.Günümüzde ise özellikle Bazı İlahiyat Fakültesi Profesörlerince ülkemizde etkinliğini sürdürmeye çalışmaktadır.
B- Sünneti  Devre Dışı Bırakma Düşüncesinin Kodları
Sünnetin teşrideki yerine geçmeden önce,sünneti devre dışında bırakma düşüncesinin temellerine göz atmak faydalı olacaktır.
Sünnet karşısındaki bu olumsuz tavrın salikleri temelde iki yöntem belirlemişlerdir:
1-Bunlardan birincisi Hadislerin gerçekten Hz.Peygambere ait olup olmadığı konusunda kalplerde kuşku uyandırmak,
2-Hadisin sıhhati tespit edilmişse,ona uymanın zaruri olmadığı tezini devreye sokmak.[6]
Bu yöntemlerin ikisinin  de   sünnete karşı haksız bir saldırı olduğu ortadadır.Zira bu yöntemleri bugün en çok Müsteşrikler kullanmaktadırlar.Müsteşrikler ,sünnetin Hz. Peygamberin vefatından  yaklaşık  1.5 asır sonra tedvin edildiğini,dolayısıyla onun İslam’da yeri olmadığı sonradan dinin asılları içine Muhammed(s.a.v.)i sevenlerce sokulduğunu iddia etmişlerdir.Geriye temel kaynak olarak Kur’an kalmıştır. Hal böyle olunca sünnet devreden çıkıacak ,Sünnet sahibine olan güven sarsılacak,müteakiben  ikinci adım devreye girecek ve Kur’an hakkında şüpheler oluşturulmaya çalışılacaktır.
Gerek Müsteşriklerin,gerekse onların İslam’a olan kinlerinden bihaber bir kısım çağdaş din bilgininin bu hedeflerini gerçekleştirmek için kullandıkları başka metodlar da vardır.Yeri geldiğinde onlara değineceğiz.Ama öncelikle bugünkü fitnenin fikir babaları olan Haricilerin “La hükme illa lillah” sloganı kendisine sorulan Hz.Ali’nin cevabına bir bakalım.Hz.Alinin cevabı gerçekten de sünnet inkarcılarına bir cevap niteliğindedir:
“Kelimetun hakkun yuradu bihe’l-Batıl”
“Kendisi ile batıl amaçlanan Hak bir cümle!”
Sünnet muhaliflerinin diğer metodlarına gelince,öncelikle bazı hadis kaynaklarındaki “vahi”,”mevzu” türü haberleri ön plana çıkararak ,hadis kaynaklarının itibarını zedelemek,sonra da samimiyet pozları takınarak bu haberlerin tümünün reddedilmesi gerektiğine iknaya çalışmak,
Hz.Peygamberin yüce makamını “postacı”seviyesine indirgeyerek,Kur’anı ulaştırmaktan başka görevi olmadığını ortaya atmak,
Sünneti hukuk kaynağı olmaktan çıkarmak,
Hadis ilimleri ile iştiğal eden ulemayı değersiz,güvensiz kılmak,
Kur’ani kavramların içini boşaltmak,[7]
Bugün karşı karşıya olduğumuz manzara aynen böyledir.Kur’an İslamı,Gerçek İslam söylemlerinin altında yatan gerçek bundan farklı değildir.
C-Sünnetin Kur’an Karşısındaki  Durumu,Teşrideki Yeri
Sünnetin dindeki yerinin belirlenmesi,öncelikle sağlam bir sünnet algısı ile mümkündür.İfrat ve tefritin ortasında adil bir yaklaşımla bunu ortaya koymak gerçekten kolay bir işdir ve doğru yol da budur.
Bugün sünnet konusunda birbirine taban tabana zıt kabul ve yaşantılar ortaya konmuşsa,bunun birincil sebebi,sünnetten ne anlaşıldığı sorunudur.Meseleye Hz.Peygamberin söz, fiil ve takrirlerine şekil açısından bakıldığında ortaya konan,tesbit edilen sünnet ile,Hz.Peygamberin bahsedilen şeyleri hangi sebep ve amaca yönelik olarak yaptığı zaviyesinden bakılarak tespit edilen sünnet elbette aynı değildir.Bundan çıkarılacak en doğru sonuç ise,sünnetle ilgili sorunun,anlama sorunu olduğudur.[8]
Sünnetin doğru olarak anlaşılması,nebevi nassın dil bakımından delaletine uygun olarak hadisin bağlamı ve sebeb-i vürudu ışığında,Kur’an ve diğer nebevi nassların gölgesinde,İslamın genel maksatları ve prensipleri çerçevesinde anlaşılması ile mümkündür.[9]
Öyleyse sünnetin doğru olarak anlaşılması ve tesbiti
,
iyi bir dil bilgisine sahip olmak,Paygambere ait olduğu söylenen haberin hangi sebeple meydana geldiğini bilmek,Kur’an’ın ve genel sünnet mantığının meseleye bakışının,son olarak da Dinin genel maksatları ile prensiplerinin külli bir mantık çerçevesinde değerlendirmekle  mümkündür.
Sünneti devre dışı bırakmak isteyenlerin temel görüşünü Kur’an’ın her şey için yeterli olduğu ve onun dışında bir kaynağa ihtiyaç olmadığı ön fikri oluşturur.Delillerinden birisi Nahl,89.ayet-i kerimedir:
“Bu kitabı sana her şey için bir açıklama,bir hidayet ve bir rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”
Diğer dayanakları Yusuf suresi,111.ayet-i kerimesidir:
“…Bu Kur’an uydurulacak bir söz değildir.Fakat o,kendinden öncekileri tasdik eden,her şeyi açıklayan bir kitaptır.İman eden bir toplum için rahmet ve bir hidayettir.”
Oysa meseleye derinlemesine baktığımızda durumun onların iddia ettikleri gibi olmadığı,aksine ayetlerin bütününe bakmadan lokal bir anlama hatasının olduğu ortaya çıkar. Kur’an’daki bu konu ile ilgili ayetlerde,Yüce Allahın insanlar içerisinde seçtiği peygamberin örnek şahsiyet olduğu, görevinin vahyi yaşayarak açıklamak olduğu,ona itaatin Allaha itaat ile,ona  isyanın Allaha isyanla eşdeğer olduğu  görülür:
“İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.”[10]
“De ki Allah’a itaat edin,Rasule de itaat edin.”[11]
“…Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz,onu Allah’a ve elçisine götürün.”[12]
Son ayet-i kerime yalnız başına tüm iddialara cevap verir mahiyettedir. Allaha götürmenin Kur’ana götürmek olduğunu,Rasulüne götürmenin  de onun sünnetine başvurmak olduğunu anlamak pek de zor değildir.Allame Mustafa Sıbai bu konuda şöyle demektedir:
“Allah’ın Dinini ve Şeriatın hükümlerini  tam anlamıyla bile bir Müslüman ,mevcud uygulamalara karşı çıkıp,sünnetin delil oluşunu inkar edip,İslam’ın yalnızca Kur’an’dan ibaret olduğunu söyleyemez.Çünkü şeraitteki hükümlerin çoğu,sünnet ile sabit olmuştur.Kur’andaki hükümler ise genelde mücmel ve külli kaideler şeklindedir.Aksi takdirde biz beş vakit namazı,namazın rekatlarını,zekat miktarlarını,hacc ibadetlerinin detaylarını,muamelat ve ibadetlerin diğer hükümlerini Kur’an’ın neresinde buluruz?”[13]
İbn Hazm’ın bu konudaki değerlendirmesi ise şöyledir:
“…Öğlenin dört rekat,akşamın üç rekat olduğunu,rükunun bu şekilde,secdenin şu şekilde olduğunu,namazda nelerin okunacağını;altın,gümüş,koyun,deve ve sığırların zekatının nasıl olduğunu,hangi tür mallardan zekat alındığını,alınan zekatın miktarını,hadlerle ilgili hükümleri,yiyeceklerden nelerin haram olduğunu…Kur’an’ın neresinde bulabiliriz?Kur’an’da öyle cümleler var ki,onları onları o halleri ile almış olsak,o konuda nasıl amel edeceğimizi bilemeyiz.İşte böylesi konuların hepsinde kendisine başvurulacak kaynak,Peygamber(s.a.v.)den (hadis ve sünnetlerin ifadesi olarak)yapılan nakildir. ”[14]
Sünnetin Kur’an karşısındaki durumuna gelince,Ulema sünnet Kur’an ilişkisini temelde 3 şekilde ortaya koyarlar:
1-Sünnet, Kur’anı destekler:
Sünnet bu anlamda bir açıklama ya da detay vermeden Kur’an’ın getirmiş olduğu hükümleri destekler.Mesela ana babaya iyilik etmek,akraba ilişkilerini sürdürmek,komşuya ikramda bulunmak,kötülüğün ardından iyilik yaparak onu ortadan kaldırmak konularındaki hadisler böyledir.Bunlar yeni bir hüküm ortaya koymazlar,sadece konu ile ilgili ayetler paralel,te’yid edici hadislerdir.
2-Sünnet,Kur’an’ı açıklar:
Kur’an’ın sünneti açıklaması daha çok 3 şekildedir:
a)Mücmeli tafsil etmesi:Sünnet bu yönüyle Kur’an’daki kapalı ifadeleri açıklığa kavuşturur.Mesela günlük namazların sayısı,vakitleri,rekat sayısı,namazın nasıl kılındığı konusundaki hadisler böyledir.Bu hadisler “namazı dosdoğru kılın” [15] ayetinin tafsili cihetindedir.Yine zekat nisabı,zekat verilecek mallar,farziyeti için gerekli şartlar hakkındaki hadisler,”zekatı da veriniz” [16] ayetinin tafsili şeklindedir.
b)Umumun tahsisi:Sünnet,bazen Kur’an’daki genel içerikli bir hükmü özele indirger.Mesela “katile miras yoktur “[17] hadisi böyledir.
c)Mutlakın takyidi:Sünnet bazı durumlarda Kur’anda mutlak olarak gelen bir hükmü sınırlandırır.Bu meyanda,Kur’andaki “Birinize ölüm geldiği zaman,eğer bir mal bırakacaksa, anaya,babaya,yakın akrabalara uygun bir biçimde vasiyet etmek,Allah’tan korkanlar üzerine borçtur.” [18] ayetindeki mutlak vasiyete Peygamberimiz “Sen üçte biri vasiyet et.Hatta üçte biri bile çok” [19] hadisi ile sınır getirmiştir.
3-Sünnet, Kur’an’ın hüküm koymadığı ı konularda yeni hüküm getirir: 
Rasulullah(s.a.v.) :”Hayızlı kadın orucu kaza eder ama namazı kaza etmez” [20] buyurarak hayızlı kadının orucu konusunda yeni bir hüküm ortaya koymuştur.Yine kişinin hanımı ile beraber halası ve teyzesi ile aynı naikah altında bulunmasının haram kılınması,nesep dolayısıyla haramlığın süt emme dolayısıyla haramlıkla aynı olduğu,ehli eşekler,yırtıcı hayvanların etlerinin yenmesinin haramlığı gibi hususlar sünnet ile tesbit edilmiştir.[21]
Kur’anda bulunmayıp,yukarıda saydığımız şekliyle Rasulullah(s.a.v.)in hüküm koyduğu hususları Kur’an’a aykırı olarak görmek büyük bir yanılgıdır.Peygamber(a.s.)ın Kur’anda bulunmayan hükümler teşriini, sünneti Kur’an’ın önüne geçirmek olarak algılamamak gerekir..Ona ait olduğu ve sıhhati tesbit edilmiş hadislerle ortaya konan bu hususlarda Peygamber(s.a.v.)e uymak ilahi bir emirdir.Çünkü Kur’an O’na itaati emretmekte,O’na isyanı Allah’a isyan olarak görmektedir.Ve Allah ve elçisinin temiz olan şeyleri helal,pis olan şeyleri haram kıldıklarını ifade etmektedir.
D-Sonuç
Hz.Peygamberi  doğru olarak tanımak,Kur’anı bilmekle mümkündür.Yeterli Kur’ani bilgiye sahip olmayanların yaptıkları en büyük yanılgı,Harici bir mantıkla bir kısım ayetleri sloganlaştırıp,Hz.Peygamberin dindeki konumunu alaşağı etmek olmuştur.Oysa Hz Peygamber:
b)Vahiy alan ve aldığı vahyi insanlara ulaştıran,ulaştırmakla kalmayıp bizzat uygulayarak gösteren kişidir.Bu Onun nebevi yönünü gösterir.Vahiy mahiyeti itibariyle aşkın bir varlıktan gelmesi nedeniyle,bu Peygamberi diğer insanlardan ayırır.
b)İnsan cinsine nisbetiyle,fiziki biyolojik özellikleri kendisinde barındıran bir insandır,bu da beşeri yönüdür.[22]
Hz.Peygamberin hem nebevi hem de beşeri yönü birlikte olduğunda Peygamberliği ortada olacaktır.Bu iki yönünü ayırıp bir tarafını öne çıkarıp,diğer tarafını gizlemek İslam’a yapılmış en büyük saldırıdır.
De ki: "Ben ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) Bana sizin ilahınızın tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve Rabbine olan ibadetine kimseyi ortak tutmasın."(Kehf,110)





Mikdam b.Madikereb(r.a.)den:
“Rasulullah(s.a.v.) Hayber günü bazı şeyleri(Ehli eşeğin etinin yenmeyeceği gibi) haram kıldı.Sonra şöyle buyurdu:
“Bir adamınn koltuğuna yaslanıp benim hadisimi söylemesi sonra da şöyle demesi yakındır:”Benimle sizin aranızda Allah’ın kitabı var.Onda neyi helal bulmuşsak,biz de onu helal sayarız.Ve onda haram ne varsa,biz de onu haram kılarız.” (Dikkat edin) Muhakkak ki Allah Rasulü(s.a.v.) in haram kıldığı (şey), Allah’ın haram kıldığı (şey) gibidir.”
(Darekutni,Sünen,Mukaddime,49,s.145;Tirmizi,H.No:2664; İbn Mace,H.No:12;Darimi,H.No:592;   Müsned,IV,132;Tahavi,Şerhu’l-Meani,IV,209;Taberani,el-Kebir,H.No:649;Beyhaki,VII,76;Hakim,I,109)


[1] Mevdudi,Sünnetin Anayasal Niteliği,Çev.N.Ahmed Asrar,s.13
[2] Sıffin Savaşı sonrası “Hüküm Sadece Allahın’dır”ayetini istismar etmeleri.
[3] Mevdudi,a.g.e,s.14
[4] Mevdudi,a.g.e.,s.16
[5] H.Musa Bağcı,Beşer Olarak Hz.Peygamber,s.26
[6] Mevdudi,a.g.e.,s.14
[7] Bakınız:Mevdudi,a.g.e,s.19-20-21
[8] Yusuf el-Kardavi,Sünneti Anlamada Yöntem(Çev.Bünyamin Erul) s.115
[9] Yusuf el-Kardavi,a.g.e,s.142
[10] Nahl,44
[11] Nur,54
[12] Nisa,59
[13] El-Kardavi,a.g.e.,s.88
[14] El-Kardavi,a.g.e.,s.89
[15] Bakara,43
[16] Bakara,43
[17] Müsned,I,49;Muvatta,ukul,10;Tirmizi,Feraiz,17
[18] Bakara,180
[19] Buhari,Cenaiz,36;Vasaya,2,3
[20] Buhari,Hayız,20;Müslim,Hayız,68
[21] El-Kardavi,a.g.e.,s.84-86
[22] H.Musa Bağcı,a.g.e.,s.490

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder