28 Şubat 2017 Salı

28 Şubat'ın Hatırlattıkları

Bin yıl sürecek dedikleri 28 şubat, daha kırkını çıkarmadan tarihe karıştı.
....
Bugün 28 Şubat Belgeselini izlerken yıllar öncesine gittik.
Yeniden yaşadık adeta o günleri.
Zulmü, direnişi, hüznü ve göz yaşını...
Laboratuvarlara kilitlenen doktorları...
Yerlerde sürüklenen kardeşlerimizi...
Hışımla saldırıya uğrayan başörtülü genç kızları...
Kendi kardeşinin başındaki örtüsüne el uzatma zilletini gösteren yasal mermili görevlileri...
...
Suları tersine akıtamadı ama,
Bu ülke halkı tarihin seyrini değiştirdi.
Silahtan daha güçlü şeylerin de var olduğunu,
Hesapların da üstünde bir hesap bulunduğunu gösterdi elele tutuşarak, gönül birlikteliği yaparak....
...
Belgeseli izlerken birden 2000'li yılların başına gittim bir ara...
İmam Hatip Lisesinin bahçesine bile sokulmayan kızlarımızı,
Okul koridorlarında eli sopalı başörtülü avına çıkmış branşı hanesinde İHL Meslek Dersleri Öğretmeni yazan Müdür Yardımcılarını...
"Bundan sonra her derste hangi başörtülü öğrenci derse girerse isimlerini bana tutanakla vereceksiniz" buyuran dirayetli okul müdürlerini...
Ve Şimdi köşe başlarını tutmuş dünün korkak bugünün sahtekar, iki yüzlü Mücahidlerini...
Sonra Rabbime şükrettim:
Şerleri hayra dönüştüren,
Kalplerdekini bir bir ortaya döken,
Ve bizi bugünlere ulaştıran Rabbime..
Ve dua ettim:
Allahım!
Bu ülke bir daha o travmayı yaşamasın.
Analar , kızlar, ağlamasın.
Hayaller ve ümitler yok olmasın!

6 Haziran 2012 Çarşamba

Sendika Kuracaklarmış

Şaşırdığımı söylesem,yalan olur.
Kurmaları bir yyana,ben geç bile kaldıklarını düşünüyorum.
Diyalog adına sapla samanı karıştırmakta beis görmeyenlerin,en fazla desteğe ihtiyaçlarının olduğu bir zamanda eğitimciler birliğine çalım atmaları,tam da onlara göre bir atak.
Geçmişte de öylelerdi,şimdi de öyleler.
Vefa adına terminolojilerinde kavram bulunmayanların bu yaptıkları,bir zihniyetin dışa vurumundan başka birşey değil.
Rahmetli Erbakan Hocanın dört bir yandan sıkıştırıldığı bir zamanda,zinde güçlere akıl hocalığı yapanlar,onlardı.
Türkiyeli Müslümanların zorbaların yasaklarına direndikleri bir dönemde,teferrut "kelamı hikmet"ini piyasaya sürenler,yine onlardı.
Mavi Marmara olayında İsraile göz kırpanlar... yine onlar.
Sivil bir Yahudinin kazara öldürülmesi üzerine gözyaşları sel olup akarken,bir asırdır hergün onlarca masumun hunharca katlini görmeyenler,yine onlar!
Sendika kuracaklarmış,
Kursunlar.
Yakışır...

30 Nisan 2012 Pazartesi

19 Mayıs Genelgesi

Danıştay 19 Mayıs ve diğer bayramların kutlanması hakkındaki MEB uygulamasının yürütmesini durdurdu.İleri demokrasi sahibi ülkelerde geçerli olan bir uygulama daha militarist zihniyet uzantılarınca mesle yapılıp yargı tarafından durduruldu.
Gerçekten de önemli bir konuydu.
Yoksa zoraki bayramları kutlayacak kimse bulamayacaklarından mı korktular?
Oysa böyle bir korkuya yer de yok.
Sıkıntı işin zorlama tarafında.
Pek çok kimse belki de bu baskıcı düşünceye inat gitmek istemedi...
Ve gitmeleri için bir fırsattı yeni uygulama.
Şimdi sormak lazım:
Yoksa bu zihniyet bu bayramlardan gerçekten de rahatsız mı?

24 Nisan 2012 Salı

TEBRİKLER

          Hz.Peygamber (s.a.v.) in  dünyaya teşriflerinin 1441. sene-i devriyesi vesilesi ile güzel bir program hazırlayıp Ona bağlılıklarını ortaya koyan 11.sınıf öğrencilerini bu güzel davranışları vesilesi ile tebrik ediyorum.Rabbim sadakatlarini daim eylesin,kendilerinden razı olsun!

19 Nisan 2012 Perşembe

SİYASET-POLİTİKA FARKI

 
Siyaseti, yönetme sanatı olarak tanıtıyor uzmanlar.İnsanları yönetme,idare etme sanatı.

Bir tarafta seçkinler yani seçilmişler,öbür tarafta seçmenler.

İnsanlık tarihi siyasi çekişmelere arena olmuştur hep.Allah'ın seçtiği ve eşref-i mahlukat olarak yarattığı Adem(a.s.)e isyanla başlamıştır bu çekişme.Mücadeleyi seven,tartışmayı,çatışmayı seven insan var oldukça,bu gelenek de devam edecektir.

Siyaset,amaçla anlam kazanır.Hedefe götüren araçlarla anlam kazanır.Hakkı tespit edip ikame etmek,Adaleti yerleştirmek için yapılan mücadele,bir peygamber geleneğidir.Bu açıdan bakıldığında,siyasetin içinde yer almak Mü'min için zarurettir.Çünkü Mü'min için hayat,iman ve mücadeledir.Fitne kalmayıp,din sadece Allah'ın dini oluncaya kadar çalışmak,Yaratıcının inanandan istediği bir yaşam düsturudur.

Politika da bir sanattır.Bir idare şeklidir.Menfaatin,tarafgirliğin,rant ve haksızlığın temel faktör olduğu bir sanat.Politika sanatkarlığı,bir şeytan geleneğidir.Bir illüzyon ve uyutma geleneği.Aydınlıkları karanlıklara götüren bir seyri vardır politikanın.Orada,güç ve iktidar sahipleri haklıdır hep.Tebaanın sadece uyma,itaat etme hakkı vardır.Aksi davranış bir bozgunculuk ve ihanet olarak değerlendirilir.

Kuvveti putlaştıran tüm yöneticilerin yaptığı,siyaset değil,sadece politikadır.

İnsanlık tarihi içerisinde zaman zaman yer değiştirir yönetimler.Peygamberin ve O'nu örnek alan liderlerin iktidarında hep siyaset vardır.Yönetenler tek yüzlüdür hep.Yüzü kalbini çağrıştırır,Özü ve sözü birdir siyasetçinin.

Ne zaman ki,insan yozlaşır,öz ve benliğini kaybeder,menfaat ve şöhret amaç olur,işte o an dönüş başlar politikaya.Bir U dönüşüdür bu.Dün söylediğini bugün unutturacak,dün inandığını bugün inkar edecek bir dönüş.

Müslümanların siyasete bigane kalmaları da bir bakıma politikaya dönüşüme zemin hazırlamaktır.Ortak olmaktır yapılacaklara.

İslam’ın bir devlet düzeni olduğunu,tüm varlığıyla hayatın her alanında yaşanabilecek bir din olduğunu unutmamalı Müslümanlar.Alternatifi olmayan bir hayat felsefesi çizmiştir insanlığa.O çizgiden sapanlar,kendilerini de kaybetmiş,kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlamıştır.

Öyleyse,yıpranmış,adeta yok olmaya yüz tutmuş siyaseti yeniden hayatın bizzat içine sokmak durumundayız."Hayra çağıran,iyiliği emreden,kötülükten sakındıran" bir ümmet olmanın yolu da buradan geçiyor.

Haydi,kendimizi ve düşüncelerimizi politikanın kirlerinden arındırmaya.

Haydi,adil bir siyaseti mümkün ve yaşanılır kılmaya.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

HARAMDA ŞİFA YOKTUR

Ebu'd-Derda (r.a)den:

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

     "Şüphesiz Allah ,derdi de dermanı da indirmiş,her derdin dermanını yaratmıştır.o halde,tedavi olunuz.Fakat,haram şeylerle tedavi olmayınız."
                                                       (Sünen-i Ebi Davud)
     Bu konu ile ilgili pek çok rivayet vardır.Bu rivayetlerde ortak olan nokta ise şudur:
     1-Tedavi olmak,gereklidir.
     2-Haram olan şeyle tedavi olmak helal değildir.

     Allah insanı en güzel şekilde yaratmış,bu yaratılış formunu bozacak her türlü eylem ya da gıdayı da yasaklamıştır.Kur'an'da pek çok yerde mealen"size rızık olarak verdiklerimizden temiz olanları yiyin-Allah'ın size helal kıldığı şeyleri yiyin"buyrulmaktadır.
    
     Kur'anda öz olarak nelerin yenilemeyeceği sayılırken,"kan,ölü,domuz eti,Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlar"dan bahsedilmektedir.

     Cahiliye geleneğini sürdüren toplumlarda adeta bu ilah yasağa karşı bir meydan okuma vardır.oysa bu sayılan şeylerin yenmesi ya da alkol gibi maddelerin içilmesi,insanın hem maddi yapısına,hem de manevi yapısına zarar vermektedir.

      Allahın yasakladığı şeyleri kullanan kişilerde,bedensel bozulma,ruhsal bozulmayı da beraberinde getirmektedir.Bugün modern bilmin bile inkar edemeyeceği bir gerçektir bu.Batı toplumlarındaki ahlaki bozulmanın temelinde de bu yatmaktadır.Toplumumuzdaki gitgide artan kültürel yozlaşma ve ahlaki değer kayıpları da,aslında bunların birer sonucudur.

      Yukarıda zikrettiklerimiz,herhangi bir baskı,zaruret hali olmadan işlenen haramlarla ilgilidir.dolayısıyla bu şni şeyleri işleyenler mutlaka ilahi muhasebeden geçeceklerdir.Ancak bunun dışında durumlar da söz konusudur. Her insan şöyle veya böyle sebepler ya da gerekçelerle,haram olan şeyleri yemek ya da içmekle karşı karşıya kalabilir.

     Meseleye "zaruretler,mahzuratı mübah kılar"chetinden yaklaşarak çözmek,en kolaycı çözüm yoludur.Belki de olması gereken budur.Ama o zaruretin ölçüsünü kim belirleyecektir?bu durumla karşılaşanlar mı,yoksa başka amiller mi girecektir araya?

     Rasulullah(s.av)in yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerifi gayet açıktır.
Hastalanan kimse elbette tedavi olacaktır.ama helal şeyleri kullanmak zorundadır aynı zamanda.

     Hepimiz hastalanmışızdır.Çocuklarımız da hakeza.Doktorların ilk yazdığı  y ya bir ateş düşürücü,ya da bir antibiyotiktir.Ama muhtevasına baktığınızda,ilk gözünüze çarpan şey herhalde "alcool"kelimesidir.Ortada iki tane gerçek vardır:

     Tedavi zarureti,dolayısıyla ilaç kullanma mecburiyeti

     Haram şeylerle tedavi yasaklığı

     Peki bu durumda yapılacak şey ne olmalıdır?

     Tedavi bırakılarak,Rasulun emri mi terkedilecektir?

     Haram olduğu ifade edilen ilaç mı kullanılacaktır?

     Belki,"ilaçların içerisindeki alkol,haram kılınan alkol değildir.Alkolün saf olarak,şarap gibi içilmesi yasaklanmış"yollu bir çıkış yolu bulunabilir.

     Ya da zaruret öne çıkarılabilir.

     Ama hiçbir şey şu sonucu değiştirmez:

"ALLAH ,HARAM ŞEYDE ŞİFA YARATMAMIŞTIR"

Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.

Allahın selamı üzerinize olsun

BAŞÖRTÜSÜ BİR HAK DEĞİL,GÖREVDİR!


          Başörtüsü konusunda yazılanlardan,ortaya konan düşüncelerden şöyle bir sonuç çıkardım:
Türkiyeli Müslümanlar olarak,eğitim konusunda net bir kararımız ve net bir tavrımız yok.Bu forumda birbirlerimizi alt etmeye çalışmamızın da bizi bir adım ileriye götüreceği kanaatinde değilim.
          Bir kere başörtüsünün fıkhi hükmü hakkındaki tartışmaları buraya aktarmak,çözüm değil tıkanmaya vesile olacaktır.Nasslar ve 15 asırlık bir tevatür,bu konuya son noktayı koymuştur.
          Örtü konusunun sadece "baş"örtmekle sınırlandırılması,fikirlerin sadece o noktada odaklanması da işin daha vahim bir tarafı.Başındaki örtüyü çıkarmamak için direnen Müslümanın giyindiği kot pantolon,işin vahametini ortaya koymaya yeter sanırım.
          Örtünmek bir görevdir bana göre.Bir emr-i ilahidir.Her görev,her kabul, sorumluluk gerektirir.Örtüsünün onurunu korumak zorundadır örtüye giren Müslüman kadın.Kur'an ayetlerinde vurgulanan husus da bundan başka bir şey değildir.
          Bütün şart ve hakların kaynağını Hak dışından aldığı toplumlarda,zihinler karışıktır.İslam olmak sorumluluğunun gereklerini yapmak isteyenler,hep sıkıntı içerisinde olmuştur.Olmamak,zaten bir bakıma destek olmaktır yapılanlara.
          Türkiyeli Mülümanların ne yapacakları konusunda kafaları net değildir.Ortaklaşa belirledikleri bir gündemleri de yoktur.Gündemi olmayan Müslümanın ise,öncelik-sonralık eksikliği olur mücadelesinde.Ben türkiyeli Müslümanların hala cemaatleşemediklerini,ama güçlü bir "cemaatçileşme"performasını gösterdiklerini görüyorum.Hal böyle olunca da her konuda bir ikilem,bir tartışma olması da kaçınılmazdır.
          En bariz örnek eğitim konusudur bu ikileme.Kimilerine göre eğitim"farz"dır ve bunun adresi devletin kurumlarıdır.Öyleyse ilim öğrenme farziyetini yerine getirmek için "teferruat"sayılan hususlarda gerekli tavizler verilmelidir.
          Kimine göre ise,kadının en önemli görevi analık ve iyi bir eş olmaktır.Aile saadetini sağlamada en büyük görev ona düşer.O bir mürebbiyedir.Sadece çocuğunu değil,adeta toplumu doğurur.Sağlam toplumun temeli,sağlam anneden,sağlam eşten geçer.
          Ama ortada bir de hayatın gerçekleri vardır.Anne ya da eşin görevleri evin dışına taşmıştır.Yerine göre bir doktor,bir öğretmen,bir öğretici olarak ihtiyaç vardır ona.Eşinizi doktora götüreceksiniz.Belki doğum yapacak.doktor olsun da yeter,cinsiyetinden bana ne mi diyeceksiniz,yoksa bir bayan doktor mu arayacaksınız.Ramazan gününde hastalandınız.Günde mutlaka 3 kere bu ilacı kullanmak zorundasınız diyerek işgüzarlık yapanı mı,yoksa alternatifini düşünüp,iftar ve sahurda kullanıp da aynı sonucu alacağınız ilaçları yazanı mı tercih edeceksiniz.Yoksa,aslolan şifa bulmaktır,nasıl olursa olsun diyerek duygu ve inançlarınızı rafa mı kaldıracaksınız.?
          Bunlar belki kimimize göre basit şeyler olarak algılanabilir.Ama şurası bir gerçektir ki,kadına hayatın her aşamasında ihtiyaç vardır.Onu,birtakım gerekçelerle eve hapsedip,faydalı olacağı alanlardan uzaklaştırmak,fazlaca inandırıcı gözükmüyor.Bu hususa gerekçe olarak ileri sürülen,delil olarak referans gösterilen ayet-i kerimeler ise özel olarak peygamber(a.s)ın hanımları içindir.Nitekim yine Kur’an’da onların diğer Mü’min hanımlar gibi olmadıkları beyan edilmektedir.
          Bütün bu sayılan gerekçeler,yanlış algılamaların temelinde var olan gerçek şudur:Müslümanlar şartlarını kendilerinin koyduğu bir sisteme şiddetle muhtaçtırlar.Adaletin temel ölçü olduğu,siyasetin etken olup,politikanın terk edildiği bir sistemdir bu.İşte öyle bir sistemi oluşturmak,bugün içinden çıkamadığımız sorunları da kökünden halletmek demektir.
          Sonuç olarak,kadınların kimlik ve kişiliklerini deforme etmeden mücadele etmeleri zarurettir.Evlerinde oturup olayları sadece seyretmeleri,kendileri gibi düşünenleri güçsüz bırakmaları demektir.
          Örtülerinin ve onurlarının mücadelesini veren hanım kardeşlerimi kutluyor,Rabbimden başarılar nasip etmesini diliyorum.